1 Ocak 2020 Çarşamba

Las Tesis Eylemine Polis Engeli

Şili'de kadına yönelik cinsel saldırı, istismar ve şiddeti protesto etmek için başlatılan Las Tesis'in danslı eylemi, Antalya'da polis tarafından engellendi.
Antalya Kadın Platformu üyesi yaklaşık 100 kadın, Kazım Özalp Caddesi'ndeki Attalos heykeli önünde bir araya geldi. "Yaşamak istiyoruz" yazılı pankart açan kadınlar dans etmek istedi, ancak polis şarkının  sözlerini gerekçe göstererek dansa izin vermedi.
Artı Gerçek’te yer alan habere göre; polisin engellemesinin ardından kadınlar yaşamını yitiren kadınlar için saygı duruşu yaptı. Ardından basın açıklaması okundu. 

"Özgür ve eşit şekilde yaşamak istiyoruz"

Antalya Kadın Platformu adına Devrim Mol’ün okuduğu basın açıklaması şöyle:
“Bizi susturamazsınız korkutamazsınız. Çünkü bizler yaşamak İstiyoruz. Özgürce, insanca ve eşit bir şekilde yaşamak için mücadele edeceğiz.
“Biz kadınlar bugün buraya Şili’de başlayarak tüm dünyayı saran, kentlerin meydanlarını kadınlar ve onların sözleri ile dolduran ‘Las Tesis’ dansını yapmak için toplandık. Fakat dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şey bugün, Türkiye’nin diğer meydanlarında da olan bir durumla karşı karşıyayız.

'Susturmaya ve sindirmeye çalışıyorlar'

Biz açıklayalım çünkü bu dans kadınlar için özgürlük anlamına gelirken iktidar için kadınların itaatsizliği anlamına geliyor. Onlar tüm baskı aygıtları ile yani polisiyle, toması ve copuyla gözaltı ve cezalarıyla karşımızda duruyor. Her gün 3 kadın öldürülürken sayısız kadın tacize tecavüze uğrarken sokaklarda, evde emeği sömürülürken, ekonomik krizde kendi sağlık haklarından yararlanamaz ve beli bükülürken, iş yerinde mobbinge uğrarken bu meydanda bunlara isyan eden ve kurtuluşu kadın dayanışmasında ve örgütlenmesinde bulan biz kadınlar bir kez daha susturulmaya ve sindirmeye çalışıyorlar.

'Hedef gösteriliyoruz'

“Havuz medyası yasakçı valisi, bakanı, milletvekili, TGB ve Ülkü ocakları gibi faşizminden beslenen güruhlar tarafından hedef gösteriliyoruz. Ama bilsinler ki biz kadınlar hiçbir zaman baskıya boyun eğmedik. Yine eğmeyeceğiz. Bizi susturamazsınız korkutamazsınız. Çünkü bizler Yaşamak İstiyoruz. Ve özgürce insanca eşit bir şekilde yaşamak için mücadele edeceğiz.”
Geçen hafta pazar günü de Mersin'de kadınların yapmak istediği eylem yasaklanmıştı.

21 Aralık 2019 Cumartesi

“+” Kimlikler ve Ayrımcılık

UMUT GÜVEN
Okumalarımdan derlediğim bu yazıyla, çeşitli kimliklere olan bakış açımıza ve toplumsal normların etkisiyle oluşan çok katmanlı homo/trans/bi/interseks/+ fobiye değinmek ve bu konuyu tartışmaya açmak istiyorum. Böylece yaşamlarımızda daima kendini bir şekilde gösteren bu ayrımcı düşünce biçiminin daha gizil kalmış yönlerine dair şimdilik sadece bir giriş yapabilmeyi umuyorum.
Bu yolda ilk olarak, kendi kimliklerimiz üstünden var ettiğimiz “öteki” kimlikleri daha net yorumlayabilmek için, kimliklerin toplumsal alt yapısını yüzeysel de olsa ele almak yerinde olacaktır.
Toplumsal alan, her daim zıttını ve ikiliğini barındıran bir yapı olarak süregitmektedir. Toplumumuzda hâlâ konuşulması zor, konuşulmamak üzere dolaplara kilitlenmiş olan cinsellik ve cinsiyet olgusu da kendi içinde ikilikler inşa etmekte ve yaşamlarımızın her anında bu gerçekliğini yansıtmaktadır. Bu noktada kimliklerin ikilikler üstünden tanımlanması, bazı sorunlar ortaya çıkarırken, “çeşitli” cinsel kimlikler görmezden gelinmekte ve bu çeşitlilikler “farklı olan/öteki olan” şeklinde konumlandırılmaktadır. Bu ‘farklı’ etiketinin de politik olarak tartışılmasına ihtiyaç duyduğumuza inanıyorum ve ucunu açık bırakmayı tercih ediyorum bu noktada.
Bu zıtlık ve ikilik anlayışının örneklerini cinsiyeti tek tipleştirip, kadın ve erkek diye keskin sınırlarla ayırmak, ilişkilenme biçimlerini yalnızca kadın ve erkek ikiliği üstünden tanımlamak, kadını feminen kalıplara, erkeği maskülen sınırlara hapsetmek ve bu kalıpları kendi içlerinde idealleştirmek olarak sıralayabiliriz.
Heteronormatif ve cisnormatif düzen ve de zihniyet; toplumsal cinsiyet kategorileriyle, bunlar üzerinden oluşan kalıp yargıları meydana getirmektedir. LGBTİ+ kimliklere dair algının oluşumu da bu aşamada toplum normlarından etkilenmektedir. Bu normlar ise heteroseksüel ve natrans yönelim ve kimliklerin dışında kalan “çeşitliliği”, “diğer olan” üstünden tanımlayarak ötekileştirmeye açık hâle getirmektedir, ötekileştirmektedir. Bu önkabullerden yalnızca natrans veya heteroseksüel kişilerin değil, bir şekilde bu toplumun parçası olan her kimlik ve yönelimden çoğu kişinin etkilendiğini ve kendi hayatındaki düşünce biçimine yansıttığını ileri sürmemiz mümkündür.
Yazının devamı için  alttaki linke gidiniz ( kaynak KAOS GL )

Baskılar çeşitlenerek derinleşiyor

1998 yılından beri düzenli olarak toplanan Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı (TİHHK) bu yıl 22-24 Kasım tarihleri arasında İzmir’de yapıldı.
Konferansa bu yıl Kaos GL Derneği adına Akademik ve Kültürel Çalışmalar Program Koordinatörü Aylime Aslı Demir katıldı. Demir, “Kadın Haklarının İlgasına Karşı Hak Siyaseti” oturumunda Kaos GL deneyimini paylaştı.
Konferansın nihai raporu ve sonuç bildirgesi ise dün (19 Aralık) kamuoyu ile paylaşıldı. Basılı haline TİHV temsilciliklerinden ulaşılabilecek raporda LGBTİ+ haklarına dönük saldırılar da yer alıyor.

“Baskılar çeşitlenerek derinleşiyor”

Raporun “Kent ve Çevre Hakkının İlgasına Karşı Hak Siyaseti” bölümünde “LGBTİQA+’lar için daha rahat yaşanır bir kent vurgusu yer alırken; raporun “Kadın Haklarının İlgasına Karşı Hak Siyaseti” bölümünde LGBTİ+ haklarına dönük saldırılara değiniliyor:
“Çalışma grubu olarak, öncelikle erkek egemenliğinin, toplumu şekillendiren kurucu dinamiklerden biri olarak AKP’den önce de var olduğunun, kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik eşitsizlik ve ayrımcılıkların mevcut siyasal iktidara özgü ve siyasal iktidarla sınırlı bir durum olmadığının altını çiziyoruz. Bununla birlikte OHAL uygulamalarını da içeren ‘yeni’ sistemin, kendisinden öncekilerden farklı biçimlerde de erkek egemenliğini, patriyarkayı güçlendirdiğini, kadınlar ve LGBTİ+’lar üzerindeki baskıyı çeşitlendirerek derinleştirdiğini, yaygınlaştırdığını ve artırdığını görüyoruz.

“LGBTİ+ aktivistlerine saldırılar arttı”

“Feminizm, feministler, LGBTİ+ aktivistleri ve kadın hakları savunucularına yönelik saldırılar arttı. Kadın düşmanlığının ivme kazanmasıyla saldırılar, iktidar ilişkilerini sorgulayan, erkek egemenliğiyle ilişkilerini kuran, ev, aile içi bağlarını özel olanın politikasıyla ortaya koyan feminizme, feministlere yöneldi. Hayatın çeşitli alanlarında kadınlar hedef haline geldi. Saldırıların artmasında, hak ihlalleri karsısında hızla bir araya gelen ve eyleme geçen bir hareket olmasının da büyük etkisi olduğunu görüyoruz. 8 Mart, 25 Kasım, Onur Yürüyüşü gibi, OHAL şartlarında olduğu kadar onun ‘olağanlaştırılmış̧’ koşulları altında da kalabalık ve coşkulu sokak eylemlerine yapılan müdahaleler en görünenleri.

“Eylem yasakları yaygın bir uygulama haline geldi”

“8 Mart Dünya Kadınlar Günü̈ 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ve LGBTİ+ eylemlerini yasaklaması, engelleme çabaları, polisin bu eylemleri orantısız güç̧ kullanarak dağıtması ülke genelinde yaygın bir uygulama haline geldi.
“Ankara Valiliği’nin 18 Kasım 2017 tarihinden itibaren süresiz olarak LGBTİ+ etkinliklerini yasaklayarak, örgütlenme ve ifade özgürlüğünü ağır biçimde ihlal eden kararına karşı insan hakları ortamının bir bütün olarak mücadele etmesi, yeni sistemin ayrıştırarak yok etme taktiği karşısında yeni imkânlar sunacaktır.
“Özellikle örgütlenmelerinde mülteci, çocuklu, genç kadınlar ve LGBTİ+’lara alan açmak, bu yapıların örgütlü gücünü de artıracaktır.”

LGBTİ Mülteci Raporu

Kaos GL Derneği “Türkiye’nin LGBTİ Mültecilerle İmtihanı” başlıklı raporu yayımladı.
Derneğin, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ile (BMMYK) 2017 yılında ortak yürüttüğü “Türkiye’deki Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks (LGBTİ) Mültecilerin İnsan Haklarının Geliştirilmesi” projesi kapsamında hazırlanan rapor, 2016 yılında İstanbul’da öldürülen Suriyeli eşcinsel mülteci Muhammed Wisam Sankari anısına adandı.
Kaos GL Derneği’nin yayımladığı raporda barınma hakkı ihlal edilen LGBTİ mülteciler anlatıyor.

“Burada iki erkeğin yan yana olmasını istemiyorlar”

Kaos GL'de yayımlanan raporda barınma hakkı ihlali yaşadığını söyleyen görüşmecilerin %8’i ev kiralama sürecinde kendilerine “evli ve ailenin olup olmadığının” sorulduğunu belirtiyor.
Gey mülteci bu durumu şöyle aktarıyor:
“Emlakçılar ‘Evli misiniz? Neden yalnızsınız? Aileniz nerede?’ diye soruyorlar. Ben Türkiye’yi böyle düşünmemiştim. ‘Şimdiye kadar neden evlenmediniz? Sünni misiniz, Şii misiniz?’ diye soruyorlar. Tekrar çevrede komşular, ‘Neden evlenmediniz? İran’da ne yapıyordunuz? Nereye gideceksiniz?’ diye soruyor. Ben burada hissediyorum ki, burada iki erkeğin yan yana olmasını istemiyorlar. Selam verirken bile iki kere düşünüyorlar. Aslında bizim gey olduğumuz çok belli olmuyor. Bir komşu gelip sordu ‘Misafirin mi var?’ dedi. O nedenle evde de rahat değiliz, bizden bir şey öğrenmek istediklerini düşünüyoruz. Güneşliği bile açmıyoruz evde iki erkeği görmesinler diye.”
Raporda, ev sahiplerinin mültecilere yönelik tavrının sıklıkla yabancı düşmanlığı içerdiğine dikkat çekiliyor bu durumu bir gey mültecinin şöyle aktarıyor:
“Belki bu şehir biraz daha büyük olsaydı bu problemleri yaşamazdık. Çünkü artık bütün emlakçılar ben İranlıyım deyince ‘ya kâfir ya ibnesin’ diyorlar.”
Bir başka gey mültecinin aktarımı ise şöyle:
“Ev kiraladıktan sonra da komşular çok rahatsız ediyor. Neden yabancıya neden bekâr birine ev vermiş ev sahibi diye sorun çıkarıyor. Bir arkadaşımızın ev sahibiyle sorunu olmamasına rağmen komşulardan dolayı evden çıkarıldı.”

“Benden çok fazla para alıyordu”

Bir diğer barınma hakkı ihlali LGBTİ mültecilerin ev kiralama sırasında ve sonrasında dolandırılması. Görüşmecilerin yüzde 25’i emlakçı ve ev sahibi tarafından dolandırıldığını söylüyor. 

“Çünkü hiç belli etmiyoruz kendimizi”

Raporda ev kiralayabilen mülteciler de özel hayatlarına müdahale edildiğini belirtiyor. Lezbiyen mültecinin aktarımı şöyle:
“Şu an partnerimle kalıyorum. Şimdiye kadar ev sahibi ve komşularla ilgili olarak bir sorun yaşamadık. Çünkü hiç belli etmiyoruz kendimizi. Sadece partnerim dış görünüşü biraz daha farklı sadece biraz bakıyorlar ona.”
“Tekin Olmayı Beklerken: LGBTİ Mültecilerin Ara Durağı Türkiye” online erişime açık
Kaos GL Derneği tarafından “İranlı LGBTİ Mültecilerin İnsan Haklarını Korunması ve Türkiye’deki Duruma İlişkin Farkındalık Yaratılması” projesi kapsamında 2016 hazırlanan “Tekin Olmayı Beklerken: LGBTİ Mültecilerin Ara Durağı Türkiye” raporuna ulaşmak mümkün. 

Rapor ayrımcılığın ve şiddetin kayıt altına alınmasını amaçlıyor
Rapor, Türkiye'deki mülteci LGBTİ'lerin temel hak ve hizmetlere erişimlerinde karşılaştıkları engellerin ve sosyal hayatta mülteci olmanın yanı sıra cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve interseks durum temelli maruz kaldıkları ayrımcılığın ve şiddetin kayıt altına alınmasını amaçlıyor.
Türkiye'de yaşayan LGBTİ mültecilerle yüz yüze gerçekleşen derinlemesine görüşmeler, mail ve telefon üzerinden verilen danışmanlıklarla şekillenen rapor, maruz kaldıkları ayrımcılık ve zulüm nedeniyle ülkelerinden ayrılan LGBTİ mültecilerin; Türkiye'de cinsel yönelim, cinsiyet kimliklerinin yanı sıra yabancı düşmanlığına da maruz kaldığını ortaya koyuyor.

8 Aralık 2019 Pazar

Şule Çet Davasında Aksu'ya Müebbet

Üniversite öğrencisi Şule Çet’in şüpheli ölümüyle ilgili davanın altıncı duruşması bugün Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Duruşmaya tutuklu sanıklar Çağatay Aksu, Berk Akand ve avukatları ile Şule Çet Ailesi’nin avukatları katıldı. Duruşmayı, çok sayıda kadın hakları savunucusu da takip etti.
Davanın bir önceki duruşmasında Cumhuriyet Savcısı esas hakkındaki mütalaasında, sanıklardan Çağatay Aksu’nun “kasten öldürme” suçundan bir kez müebbet ve “cinsel saldırı” ile “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından 39 yıla kadar, Berk Akand’ın ise Aksu’nun işlediği suçlara yardımdan 31 yıla kadar hapsini istemişti.
Kadınlar duruşma öncesinde adliyedeydi 
Duruşma öncesi adliye önünde toplanan Ankara Kadın Platformu, Kadın Meclisleri ile çeşitli sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve üyeleri “Erkek adalet değil gerçek adalet”, “Şule Çet için adalet” yazılı pankart açtı.
Grup adına basın açıklamasını okuyan Aysun Gençtanır, şöyle dedi:
“Bugün bu duruşmadan çıkacak olan kararın takipçisiyiz. Bundan sonra bu salonlarda katledilen kadınların yaşam tarzı değil, katillerin kendisi yargılanıncaya kadar adliye salonlarını da sokakları da, ‘erkek adalet değil gerçek adalet’ diyerek doldurmaya devam edeceğiz.”
Aksu: Sosyal medya tepkisi nedeniyle tutuklandık
Gazete Duvar'dan Serkan Alan'ın haberine göre, duruşma başlarken Şule Çet’in babası İsmail Çet ve ağabeyi Şenol Çet sanıklardan şikayetçi olduklarını mahkeme heyetine belirtti. 
Son sözü sorulan sanık Çağatay Aksu, şöyle dedi:
“Son savunmam olduğu için kesmeden beni dinlemelerini rica ediyorum. Olayda bilgisine başvurulurken tecavüz ve öldürmeyle suçlandık. Bu olaydan sonra çeşitli medyalarda haberler yapılmaya başlandı. 45 gün sonra halk baskısı ve sosyal medya baskısı nedeniyle tutuklandık. Raporlarımızı sunduk ama ben hala tecavüz ve öldürmeden yargılanıyorum."
Aksu suçlamaları reddetti. Aksu, şöyle dedi: 
“Ben Şule’ye zarar vermiş olsam vücudunda hiçbir şey çıkmaz mı? Ben Şule’yi kopuk parmağımla mı atmışım. Şule hiç mi direnmemiş. Ben inanın neden yargılandığımı bilmiyorum. Sinir krizleri geçiriyorum. Biri kafama silah dayasa ben kimseyi öldürmem ırzına geçmem. Benim Şule’ye dokunmuşluğum yok. Ben o süreçten terk eder giderdim ülkeyi."
 “Biz başından beri doğruyu söyledik. Tecavüzden bahsediyoruz dünyanın en aşağılık şeyinden. Mümkün olmayacak şeylerle suçlanıyorum. Delillerde bir şey varsa beni asın. Müebbetle tecavüzle nasıl yargılanırım. Yalan makinesi varsa beni ona sokun. Allah rızası için karara geldik ama benim ve ailemin burasına kadar geldi. Takdir sizin. Gerekirse bir daha videoları izlemenizi, Berk’le mektuplarımızı okumanızı rica ediyorum. Bir tane yalan söylemedim. Ailesinden sonra benim kadar Şule’nin ölümüne üzülen yoktur” d
Akand:"Çağatay'a yardım etmedim"
Sanık Berk Akand savunmasında  şöyle dedi:
“Bana neden bardak yıkadığım ya da çöpleri attığım soruldu. Bunun sebebi ortak kullanılan alan olması. Berk dahi kapı olduğunu bilmiyor. Ofis sadece bizim kullanım alanımız değil ki. Ramazan günü viskili bardakları mutfağa koyabilir misiniz efendim?”
Aksu’nun ardından sanık Berk Akand’ın son sözü soruldu. Akand, “Ben bir size bir de savcılığa yardım ettim. Çağatay’a yardım etmedim. Kendime bile yardım etmedim” dedi.
Sanıkların ifadelerinin ardından savcılık, “Sanıkların tutukluluklarının devamı ve sonlandırılması hakkında takdir mahkemenindir” dedi.
Aksu'ya iyi hal indirimi 
Sanıkların avukatları her iki sanık için de beraat talep etti. Aranın ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, sanık Çağatay Aksu hakkında cinayetten müebbet ve 12 yıl 6 ay hapse karar verdi. Berk Akand’a 18 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Aksu'nun "ağırlaştırılmış müebbet" hapis kararı mahkemedeki duruşu nedeniyle indirildi. Mahkeme iyi hal indirimi uyguladı ve müebbet hapis cezasına düşürdü. Karar oy çokluğu ile alındı.
Şule Çet Ailesi'nin avukatı Umur Yıldırım, kararı olumlu bulduklarını ancak takdir indirimi uygulanmasının uygun olmadığını belirterek istinafa gideceklerini açıkladı.
başbakan bugün diyar bakıra gidiyor

hayırlısı bakalım

3 Mayıs 2009 Pazar

Asıl adı Diane Nemerov


Asıl adı Diane Nemerov olan belki de 20.yy’nin adından en çok söz ettiren kadın fotoğrafçısı. Arbus’u üne kavuşturan, toplumsal hayatın uç noktalarında yaşayan (ya da en azından öyle görünen) insanları portrelemesidir. Arbus’un portre tarzı, öncelikle August Sander’in Alman halkı üzerine yüzyılın ilk yarısında yaptığı çalışma, Çiftçi Güvenliği Örgütü (FSA) fotoğrafçılarının 1930’larda Amerikan taşrasında gerçekleştirdikleri çalışmalardan ve 1950’li yıllarda gelişen orta sınıf Amerikan hayatını fotoğraflayan Robert Frank gibi fotoğrafçılarla paralellik göstermektedir. Arbus’u adı geçen örneklerden ayıran onun yöneldiği toplumsal durumların gösterdiği çeşitliliktir. Özellikle akıl hastaları- örn. dawn sendromlu hastalarla yaptığı çalışma , cüceler, devler, travestiler, fahişeler gibi marjinal kesimlere yönelmesi onu seleflerinden ve çağdaşlarından farklılaştırmıştır.
Arbus zengin bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Ancak, çocukluk ve ilk gençlik yaşantısı şair abisi Howard Nemerow’un gölgesinde geçmiştir. 18 yaşında aktör Allan Arbus’la evlenerek aile hayatının sarsıntısından kurtulmakla kalmamış aynı zamanda kocasının ABD ordusunda aldığı fotoğraf eğitimini paylaşmasıyla fotoğrafa başlamıştır. Bu dönemde fotoğrafçı Lisette Model’den dersler alarak fotoğraf tarzını oluşturur. Arbus fotoğraf alanındaki başarısını ise Allun Arbus’la 1958 yılında boşanmasından sonra yakalr. 60’lar ile birlikte Alexey Brodovitch (fotoğrafçı, Harper’s Bazaar dergisini ediyörü) ve Richard Avedon ile çalışmaya başlar. Aynı yıllarda çalışmaları The New York Times, Harper’s Bazaar, Esquire gibi dergilerde görülmeye başlar. Kısa zamanda ise özgün tarzı ile dikkar çeker ve ardından 1963 yılında Guggenheim ödülü alır ardından 1966’ta aynı ödülü bir kez daha kazanır. MoMa’da The New Documents adlı sergide Lee Friedlander ve Gary Winogrand ile çalışmaları sergilenir. 1971 yılında ise intihar eder. Nedeni bilinmeyen intiharı ile ilgili olarak en yaygın iddia, intihar anını kare kare fotoğraflamasıdır. Ancak bu iddianın gerçekliği henüz ispatlanmamıştır. Ölümünü ardında Arbus’un ünü kaçınılmaz olarak daha da artar. 1972 yılında Aparture dergisinin MoMa segisi için basmış olduğu monograf çok kısa sürede 100.000 adet satar ve sergi 7 milyon kişi tarafında izlenir. Ayrıca Arbus’un “Identical Twins/Tıpa tıp İkizler” adlı fotoğrafı 2004 yılında 478.000 dolara satılarak dünyanın en pahalı altıncı baskısı olur. Arbus kariyerinin başlangıcında 35 mm. Makineler tercih ederken, 60’larla birlikte kare çerçeve oranı sağlayan Rolleiflex Orta format TLR (İki lens refleks) makineler kullanmaya başlar, bu makine ile birlikte Arbus göz seviyesinde bakaçlı makinenin yarattığı engelleri de ortadan kaldırmıştır. Böylece fotoğrafçı fotoğrafladığı kişi ile doğrudan, aracın yarattığı dolayım olmadan iletişim kurabilmiştir. Arbus genellikle birbirine benzeyen açı ve ölçeklerle nesnesini fotoğraflamıştır. Tıpkı Sander’in ondan 30 yıl önce gerçekleştirdiği gibi kendi yaşadığı çağın gerektirdiği gibi toplumsal çevresinin izini sürmüştür. Arbus’a yönelen en önemli eleştirilerden biri nesnesine küçük düşürücü biçimlerde yaklaşmasıdır. Bu eleştirinin temel iddiası sıradan insanları da rahatsız edici görüntülerle poz vermeye yönlendirmesidir. travesti